28 Mayıs 2010 Cuma
27 Mayıs 2010 Perşembe
Aziz NESİN tüm şiirleri
http://www.siirperisi.net/sair.asp?sair=29
Böyle Gelmiş Böyle Gitmez
Bütün anneler, annelerin en güzeli,
Bir resmin bile yok bende,
Fotoğraf çektirmek günahtı.
Ne sinema seyrettin, ne tiyatro.
Elektrik, havagazı, su, soba,
Ve karyola bile yoktu evinde.
Denize giremedin,
Okuma yazma bilmedin.
Güzel gözlerin,
Kara peçenin arkasından baktı dünyaya.
Yirmialtı yaşındayken
Yaşamadan öldün...
Anneler artık yaşamadan ölmeyecek...
Böyle gelmiş,
Ama böyle gitmeyecek!
Böyle Gelmiş Böyle Gitmez
Bütün anneler, annelerin en güzeli,
Onüçünde evlendin,
Onbeşinde beni doğurdun,
Yirmialtı yaşındaydın,
Yaşamadan öldün.
Sevgi taşan bu yüreği sana borçluyum.Bir resmin bile yok bende,
Fotoğraf çektirmek günahtı.
Ne sinema seyrettin, ne tiyatro.
Elektrik, havagazı, su, soba,
Ve karyola bile yoktu evinde.
Denize giremedin,
Okuma yazma bilmedin.
Güzel gözlerin,
Kara peçenin arkasından baktı dünyaya.
Yirmialtı yaşındayken
Yaşamadan öldün...
Anneler artık yaşamadan ölmeyecek...
Böyle gelmiş,
Ama böyle gitmeyecek!
26 Mayıs 2010 Çarşamba
BİRİNE BAĞLANMAK
...
...Bir insan bir insana neden bağlanır?
Niye bağlandığımızı kendimiz bilirmiyiz?
Akıllı nedenler buluruz duygularımıza, ama asıl neden aklın sızmadığı kutuluklarda gizlidir.
O gizli kutuluklarda ki zayıflıklar niye çeker bizi?
kendi zayıflığımızdan mı? yoksa bağlanan, kendi bağlandığından daha sağlam mı görür, kendi çektiklerine bağlandığı insanın dayanamayacağına mı inanır; bağlanmak bir güçsüzlük gibi görünürken acaba bağlanan kendi gücünü mü hisseder bu bağlılıkta?
Ahmet ALTAN
...Bir insan bir insana neden bağlanır?
Niye bağlandığımızı kendimiz bilirmiyiz?
Akıllı nedenler buluruz duygularımıza, ama asıl neden aklın sızmadığı kutuluklarda gizlidir.
O gizli kutuluklarda ki zayıflıklar niye çeker bizi?
kendi zayıflığımızdan mı? yoksa bağlanan, kendi bağlandığından daha sağlam mı görür, kendi çektiklerine bağlandığı insanın dayanamayacağına mı inanır; bağlanmak bir güçsüzlük gibi görünürken acaba bağlanan kendi gücünü mü hisseder bu bağlılıkta?
Güzel güçlü bir zayıflık Karanlığı ışıklı bir siyahlıktan oluşan bir uçurum gibi çeker bizi, bir kere eğilip baktıktan sonra gözlerinizi almak kolay değildir.
Karanlıklara bağlanırız ama parlak ve alevli olanlara.
böylesine parlak karanlıklar ise ancak ölümde, derinlikte, ihanette, yalnızlıkta bulunur.
Ve başkaları onların parlaklığına hayranolurken biz karanlığa acır ve esir düşeriz.
Onun için bağlanmak ayrırır bizi diğer insanlardan.
diğerlerinin meyveleri toplayıp yediği bir bahçede, o meyvelerin bozulmasından elde edilmiş lezzetli ve yakıcı içkileri içmenin sarhoşluğuna, o içkiyi keşfetmiş olmanın ve kalabalıklardan ayrılmanın hazzıyla bırakırız kendimizi.
'niye bağlanırız bir insana' diye sorulduğunda' içkileri meyvelerden çok sevdiğimiz için'deriz.
Ahmet ALTAN
25 Mayıs 2010 Salı
Bir Gün Sabah Sabah... (İSTANBUL)
Bir gün sabah vakti kapıyı çalsam,
Uykudan uyandırsam seni:
Telgraf direkleri yollar boyunca
Koşuşup durmuş bizle beraber.
Lületaşından gerdanlığa gücüm yetmemiş,
Köprüden kayıkla geçmişim karşıya,
-Kim o ? dersin uykulu sesinle içerden.
Turgut UYAR
Uykudan uyandırsam seni:
Ki, daha sisler kalkmamıştır Haliç`ten.
Etraf alacakaranlık,
Köprü açıktır henüz.
Bir gün sabah sabah kapıyı çalsam...
Yolculuğum uzun sürmüş oldukça
Gece demir köprülerden geçmiştir tren.
Dağ başında beş on haneli köyler, Telgraf direkleri yollar boyunca
Koşuşup durmuş bizle beraber.
Şarkılar söylemişim pencereden,
Uyanıp uyanıp yine dalmışım.
Biletim üçüncü mevki,
Fakirlik hali.Lületaşından gerdanlığa gücüm yetmemiş,
Sana Sapanca`dan bir sepet elma almışım..
Ver elini Haydarpaşa demişiz,
Vapur rıhtımdadır pırıl pırıl,
Hava hafiften soğuk,
Deniz katran ve balık kokulu Köprüden kayıkla geçmişim karşıya,
Bir nefeste çıkmışım bizim yokuşu...
Bir gün sabah sabah kapıyı vursam,-Kim o ? dersin uykulu sesinle içerden.
Saçların dağınıktır, mahmursundur.
Kimbilir ne güzel görünürsün sevgilim,
Bir gün sabah vakti kapıyı çalsam,
Uykudan uyandırsam seni,
Ki, daha sisler kalkmamıştır Haliç`ten.
Fabrika düdükleri ötmededir.24 Mayıs 2010 Pazartesi
ÇİLEK
Çilek bol miktarda A, B1, B2, C ve K vitamini, protein, şeker meyve asidi, demir, fosfor, sodyum, kalsiyum ve potasyum içerir.Çilek potansiyel antioksidan olma özelliği taşıyan en ünlü besindir.
Demir ve fosfor açısından zengin olması, çileğin demir eksikliği ve kansızlıkla savaşmasını sağlar.Vücuttaki hücre yapısını koruyan çilek kansere karşı koruyucu rol oynar.Her gün 3 ya da daha fazla porsiyon çilek yemek, yaşa bağlı görme bozukluğu riskini büyük oranda azaltır.B. C ve K vitaminleri açısından zengin olan çilek, vücudun kuvvetlenmesini sağlar, kolesterolü düşürür.Damar tıkanıklığını önler ve tansiyon sorunuyla mücadele eder.Kanı temizleyen çilek ağız sağlığı açısından da oldukça yararlıdır. Diş etlerini güçlendirir ve ağız kokusunu önler.Bağırsakların düzenli çaşılmasını sağlayan çilek, romatizmaya karşı da birebirdir.Çilek ayrıca cildi nemlendirir, gençleştirir ve parlaklaştırır.
NAR
Narın Faydaları;
Nar suyu yüksek tansiyon hastalığının tedavisinde, kalp ağrılarında, basur hastalığının tedavisinde faydalı olmaktadır.- Böbrek zafiyetine karşı nar suyu içilmesi yararlıdır.
- Nar suyunun harareti giderici özelliği bulunmakta, şeker ve kurdeşen hastalığına iyi gelmektedir.
- Kalbi kuvvetlendiren nar suyu, karaciğer zafiyetini gidermekte, mide iltihabını ve ağrısını geçirmektedir.
- Nar ekşisi şeker hastalarına tavsiye edilmektedir.
- Nar şırasının şekerle hazırlanan şerbetinin idrar söktürücü özelliği vardır.
- Romatizma ağrılarının hissedildiği eklem ve uzuvlara nar şırası sürüldüğünde, ağrı kesici özelliği bulunmaktadır.
- Bayılmalara karşı nar şerbeti içilmelidir. Tatlı nar suyu, ses kısıklığı ve zatürreye karşı şifalıdır.
- Narın meyvesi ve suyunun yanı sıra çiçekleri ve kabuğu da yararlarıdır. Nar çiçeği bağırsak yara ve iltihaplarını iyileştirir. Boyun tutulmasında nar çiçeği lapası boyna konursa şifalı gelir.
- Narın kabuğu çay gibi demlenerek içildiğinde, mide ve bağırsak hastalıkları ile ishal ve dizanteriye karşı oldukça faydalı olmaktadır.
23 Mayıs 2010 Pazar
Herşey Sende Gizli..
Yerin seni çektiği kadar ağırsın
Kanatların çırpındığı kadar hafif
Sakın bitti sanma her şeyi,
Sevdiğin kadar sevileceksin.
Kanatların çırpındığı kadar hafif
Gözlerinin uzağı gördüğü kadar genç
Sevdiklerin kadar iyisin
Nefret ettiklerin kadar kötü
Ne renk olursa olsun kaşın gözün
Karşındakinin gördüğüdür rengin
Yaşadıklarını kar sayma:
Yaşadığın kadar yakınsın sonuna; Ne kadar yaşarsan yaşa,
Sevdiğin kadardır ömrün
Gülebildiğin kadar mutlusun
üzülme bil ki ağladığın kadar güleceksin Sakın bitti sanma her şeyi,
Sevdiğin kadar sevileceksin.
Güneşin doğuşundadır doğanın sana verdiği değer
Ve karşındakine değer verdiğin kadar insansın
Ve karşındakine değer verdiğin kadar insansın
Bir gün yalan söyleyeceksen eğer
Bırak karşındaki sana güvendiği kadar inansın.
Ay ışığındadır sevgiliye duyulan hasret
Ve sevgiline hasret kaldığın kadar ona yakınsın..
Unutma yagmurun yağdığı kadar ıslaksın
Güneşin seni ısıttığı kadar sıcak.
Güneşin seni ısıttığı kadar sıcak.
Kendini yalnız hissetiğin kadar yalnızsın
Ve güçlü hissettiğin kadar güçlü.
Kendini güzel hissettiğin kadar güzelsin
işte budur hayat!
işte budur yaşamak
Bunu hatırladığın kadar yaşarsın
Bunu unuttuğunda aldığın her nefes kadar üşürsün
Ve karşındakini unuttuğun kadar çabuk unutulursun
çiçek sulandığı kadar güzeldir
Kuşlar ötebildiği kadar sevimli
Bebek ağladığı kadar bebektir
Ve herşeyi öğrendiğin kadar bilirsin bunu da öğren,
Sevdiğin kadar sevilirsin!..
Can YÜCEL
Mozart Etkisi
Hamileyken Mozart dinlemek artık zeki yapmıyormuş!
Viyana Üniversitesi'nde, Mozart'ı dinlemenin zekayı artırdığı iddialarına yönelik bir araştırma yapıldı.
Avusturyalı bilim adamlarının 1993’te yaptığı bir araştırmada ünlü besteci Wolfgang Amadeus Mozart’ın (1756-1791) eserlerini dinlemenin zekayı artırdığı iddia edilmişti.
Viyana Üniversitesi Psikoloji Fakültesi’nden bilim adamları farklı ülkelerde “Mozart etkisi” konusunda yapılan 40’dan fazla araştırmayı değerlendirdi.
Sonuç olarak Mozart dinlemenin herhangi bir müzik dinlemekten bir farkı olmadığına ve hamileyken anne adaylarının çocuklarının zekasının daha iyi gelişmesi için dinlettikleri mozartın hiçbir etkisi olmadığı açıklanmış.
22 Mayıs 2010 Cumartesi
Bitmez..
Bitmeyen bir masaldır aşk...
Tükenmeyen bir sevdanın sonsuzluğuna sığınır her zaman..
Yettiği yaşanır, artanı eklenir..
Yürekte izi kalır, yaşanmışlığının ağırlığınca acıtır canı.
Biten bir şey yoktur aslında aşka dair,
unutulmuş hatıralarda saklı kalır bazen yaşanmışlıklar..
Güneş ne zaman doğdu da şimdi batmaya gidiyor diye düşünürsün
her akşamüstü.
Büyü gibidir. İçindeki dürtü gibidir.
Geçen yıllara aldırmadan yüreğinde taşıdığın kör kurşun gibidir.
Zamansız gidenlere ait olansa;
Unutulmaya çalışılan ve her yeni gün tekrar baştan başlayan
bir savaşın izleridir
yüzümüzdeki kırışıklıklar....
Bu Yol Nereye Gider?
Bir kuğunun boynuna dokunurken…
düz saçlara uğrar
yol bir yere gitmez
o bir durma biçimidir
yaşamak
hızlı bir ölme biçimidir...
düşünce ışıktan yavaşsa
o bir beslenme biçimidir...
yol bir yere gitmez
o bir susma biçimidir
soğuk bir taşıtın uğultusunda....
yol bir yere gitmez
içerde düz saçlara uğrar
ayak üstü bir akşamüstü.
her plansız ürperişin sonu
hüsran; ve hüsran
çok sanat müziği bir kelimedir
o bir durma biçimidir
yol yoluyla gidebilir yare
yoldan çıkabilir apansız
ve ömür bitebilir yoldan önce ama yol bir yere gitmez
o bir durma biçimidir... yaşamak
hızlı bir ölme biçimidir...
düşünce ışıktan yavaşsa
erken gidilmelidir
gerdan sözcüğüne
bir kuyumcuda da rastlayabilirsin bir kasapta da
kalbin sızlamaz
bir kuzu yüreğini vitrinde görünce o bir beslenme biçimidir...
ama korkarsın
kurdun sevdiği havadan
ayakkabı yaparsın yılandan
yol bir yere gitmez
o bir durma biçimidir
her garantiyi istersin hayattan
oysa ölümle yaşam arası her garantiyi istersin hayattan
uzun malum ince bir yol
bir yere gitmez
o bir ölme biçimidir...iyi yolculuklar denmez bir gidene
yapılamaz çünkü
çok yolculuk bir seferde
yolcu denmez her gidene herkes o yolun taraftarı olmayabilir
hiç bir sürgün gittiği yolu sevmez mesela
yol bir yere gitmez
o bir susma biçimidir
soğuk bir taşıtın uğultusunda....
Yılmaz ERDOĞAN
21 Mayıs 2010 Cuma
Özdemir ASAF
Ömür Dediğin Üç Gündür,
Dün Geldi Geçti, Yarın Meçhuldür,
O Halde Ömür Dediğin Bir Gündür,
O Da Bugündür..
BENDE SANA YETECEK KADAR BEN KALMADI
çok bildik hüzünler mi taşınmıştı yüzüne
Dolmabahçe da çay tadında....
Divit ucuyla yazılmış bir aşkın sureti vardı avuçlarında,
tarih bir başka iklimin kıvamını gösteriyordu.
Ben rehnedilmiş yelkovan gibi... hani akrep'i seven ama
yüreği takvim yokuşlarında...Sinemada elinin elimde terleyişinin bir anlamı olmalı,
sesinin sesimde yankılanmasının... sanki perdedekineüzülmüş ya da sevinmişsin de tesadüfen akmış yüzün
içime... Yalan! Sen perdeye bakıyorsun, fikrin benim
seyir defterimde.. ve ben amerikanca bir filmi kürtçe
seyrediyorum...
Kadın Beyoğlu'nun bir kış akşamında,
üstündeki deri montun sahibine küs, soğukluğundanmuzdarip yürüyordu... Adam da... Yürümek hiçbir şeyi
çözmüyordu, bazı Aralık akşamlarında... Parmağındayaralı bir öyküyü taşıyordu adam... Kadının yüzünde
bir hüzün... Hüzünlü aralık akşamında bir yüzük...
Yüzüğün yüzünde dünya güzeli bir kadının kehaneti...... Soğuğun ve karanlığın vehameti!
Hayatı, bir başkasının pantolonu gibi, küçültülmüş,
daraltılmış... İlk sahibinin o pantalonla yaşadığı şeyler,
yani pantalonu pantalon yapan anılar, bazı ilkbahar
bereleri yüzünden yapılan yamalar, ter tüketen
yazlar... Hepsi daraltılmış... Yaşananlara bir beden
büyük geliyor artık hayat!
Bir aşkı paylaşmak için çok geç, bir paylaşıma aşık
olmak içinse erken... Beni sevda yerimden vurdu yine
zaman... Şimdi sana söylenecek tek cümle:
Bende sana yetecek kadar ben kalmadı...
Yılmaz ERDOĞAN
SEVEBİLME İHTİMALİ
Soğuk ve şehirlerarası otobüslerde vazgeçtim çocuk olmaktan
Ve beslenme çantamda otlu peynir kokusuydu babam...
Ben seninle bir gün Veyselkarani'de haşlama yeme ihtimalini sevdim.
İlkokulun silgi kokan, tebeşir lekeli yıllarında
Ankara'da karbonmonoksit sonbaharlar yaşanırdı o zaman
özlemeye başladım herkesi...
Ve bu hasret öyle uzun sürdü ki, adam gibi hasretleri özlemeye başladım sonra..
Bizim Kemalettin Tuğcu'larımız vardı...
Bir de camların buğusuna yazı yazma imkanı...
Yumurta kokan arkadaşlarla paylaşılan kahverengi sıralarda,
Solculuk oynamaya başladık..
Ben doktor oluyordum sen hemşire, geri kalanlar kontrgerilla...
Kırmızı boyalarla umut ikliminde harfler yazılıyordu pütürlü duvarlara ve
Türk Dil Kurumu'na inat bir Türkçeyle...
Abilerimizden öğrendik, S harfinden orak çekiç figürleri türetmeyi..
Ankara'ya usul usul karbonmonoksit yağıyordu.
Ve kapalı mekanlarda sevişmeyi öneriyordu haber bültenleri.
Oysa Ankara'da hiç sevişmedim ben.
Disiplin kurulunda tartışılan aşkım olmadı benim..
Sınıfça gidilen pikniklerde kıçımıza batan platonik dikenleri saymazsak..
Ankara'ya usul usul kurşun yağıyordu..
Ve belli bir saatten sonra sokağa çıkmamayı öneriyordu haber bültenleri.
Oysa hiç kurşun yaram olmadı benim
Ve hiç bir mahkeme tutanağında geçmedi adım
Çatışmaların ortasında sevimli bir çocuk yüzüydüm sadece
Sana şiirler biriktiriyordum fen bilgisi defterimde, ama sen yoktun
Ben, senin beni sevebilme ihtimalini seviyordum, suni teneffüs saatlerinde
Okul servisi seni hep zamansız, amansızca bir lojman griliğine götürüyordu
Ben, senin benimle Tunalı Hilmi Caddesi'ne gelebilme ihtimalini seviyordum.
Ben, senin beni sevebilme ihtimalini seviyordum.
Yaz sıcağı toprağa çekiyor da tenimin çatlamaya hazır gevrekliğini
Sonra otobüs oluyordum, kırık yarık yolların çare bilmez sürgünü
Ne yana baksam dağ ve deniz sanıyordum
Muş ovasının yalancı maviliğini
Otobüs oluyordum bir süre
Yanımızdan geçen kara trenlerle yarışıyordum, yanağım otobüs camının garantisinde
Otobüs oluyordum
Bir ülkeden bir iç ülkeye
Çocukluğuma yaklaştıkça büyüyordum.
Zap suyunun sesini başına koyuyordum şarkılarımın listesinin
Korkuyordum
Sonra iniyordum otobüsten
Çarşıdan bizim eve giden, ömrümün en uzun,
Ömrümün en kısa, ömrümün en çocuk,
Ömrümün en ihtiyar yolunu koşuyordum.
Çünkü sonunda annem oluyordum, babam kokuyordum sonunda..
Soğuk ve şehirlerarası otobüslerde vazgeçtim çocuk olmaktan
Ve beslenme çantamda otlu peynir kokusuydu babam
Soğuk ve şehirlerarası otobüslerde vazgeçtim çocuk olmaktan
Ve beslenme çantamda otlu peynir kokusuydu babam...
Ben seninle bir gün Veyselkarani'de haşlama yeme ihtimalini sevdim.
İlkokulun silgi kokan, tebeşir lekeli yıllarında
Ankara'da karbonmonoksit sonbaharlar yaşanırdı o zaman
özlemeye başladım herkesi...
Ve bu hasret öyle uzun sürdü ki, adam gibi hasretleri özlemeye başladım sonra..
Bizim Kemalettin Tuğcu'larımız vardı...
Bir de camların buğusuna yazı yazma imkanı...
Yumurta kokan arkadaşlarla paylaşılan kahverengi sıralarda,
Solculuk oynamaya başladık..
Ben doktor oluyordum sen hemşire, geri kalanlar kontrgerilla...
Kırmızı boyalarla umut ikliminde harfler yazılıyordu pütürlü duvarlara ve
Türk Dil Kurumu'na inat bir Türkçeyle...
Abilerimizden öğrendik, S harfinden orak çekiç figürleri türetmeyi..
Ankara'ya usul usul karbonmonoksit yağıyordu.
Ve kapalı mekanlarda sevişmeyi öneriyordu haber bültenleri.
Oysa Ankara'da hiç sevişmedim ben.
Disiplin kurulunda tartışılan aşkım olmadı benim..
Sınıfça gidilen pikniklerde kıçımıza batan platonik dikenleri saymazsak..
Ankara'ya usul usul kurşun yağıyordu..
Ve belli bir saatten sonra sokağa çıkmamayı öneriyordu haber bültenleri.
Oysa hiç kurşun yaram olmadı benim
Ve hiç bir mahkeme tutanağında geçmedi adım
Çatışmaların ortasında sevimli bir çocuk yüzüydüm sadece
Sana şiirler biriktiriyordum fen bilgisi defterimde, ama sen yoktun
Ben, senin beni sevebilme ihtimalini seviyordum, suni teneffüs saatlerinde
Okul servisi seni hep zamansız, amansızca bir lojman griliğine götürüyordu
Ben, senin benimle Tunalı Hilmi Caddesi'ne gelebilme ihtimalini seviyordum.
Ben, senin beni sevebilme ihtimalini seviyordum.
Yaz sıcağı toprağa çekiyor da tenimin çatlamaya hazır gevrekliğini
Sonra otobüs oluyordum, kırık yarık yolların çare bilmez sürgünü
Ne yana baksam dağ ve deniz sanıyordum
Muş ovasının yalancı maviliğini
Otobüs oluyordum bir süre
Yanımızdan geçen kara trenlerle yarışıyordum, yanağım otobüs camının garantisinde
Otobüs oluyordum
Bir ülkeden bir iç ülkeye
Çocukluğuma yaklaştıkça büyüyordum.
Zap suyunun sesini başına koyuyordum şarkılarımın listesinin
Korkuyordum
Sonra iniyordum otobüsten
Çarşıdan bizim eve giden, ömrümün en uzun,
Ömrümün en kısa, ömrümün en çocuk,
Ömrümün en ihtiyar yolunu koşuyordum.
Çünkü sonunda annem oluyordum, babam kokuyordum sonunda..
Soğuk ve şehirlerarası otobüslerde vazgeçtim çocuk olmaktan
Ve beslenme çantamda otlu peynir kokusuydu babam
Ben seninle bir gün Van'daki bir kahvaltı salonunda
Ben seninle sadece bilmek zorunda kalanların bildiği
Bir yol üstü lokantasında
Ben seninle, Ağrı dağına mistik ve demli bir çay kıvamında bakan
Doğubeyazıt'ın herhangi bir toprak damında
Ben seninle herhangi bir insan elinin
Terli coğrafyasında olma ihtimalini sevdim
Ben senin, beni sevebilme ihtimalini sevdim!
Yılmaz ERDOĞAN
20 Mayıs 2010 Perşembe
NESİLLERİ TÜKENİYOR!..
KELAYNAK KUŞU
Kelaynaklar, dünyada nesli tükenmek üzere olan kuşlar arasındadır. Şu an itibariyle dünyada sadece Fas ve Türkiye’de koloni halinde yaşamaktadırlar. Fas’takiler 200 civarında, Türkiye’dekiler (Birecik ilçesinde) 50 civarındadır. Kelaynakların bilimsel adı “Geronticus eremita”dır. Göçmen bir kuş olan kelaynaklar yüzyıllar boyunca hızlı bir şekilde azalmıştır. Eski Mısırlıların hiyerogliflerinde yer alan kelaynaklar, Avrupa Alplerinden 400 yıl önce kayboldular. Kitle halinde yok oluşlar 1950’lerden sonra zirai ilaçlar, özellikle DDT’nin kullanımıyla başladı. Türkiye’de, Birecik ilçemizde yaz aylarında 1950’li yıllarda binlerle ifade edilen rakamlar da bulunan kelaynaklar 1950’li yılların sonlarında bölgede uygulanan yüksek dozdaki tarımsal ilaçlama nedeniyle sayıları hızla azalmaya başlamıştır. 1989 yılındaki ölümlerle sayıları 100’ün altına düşmüştür.
Siyah tüyleri bazen güneş ışığında, mor ve yeşil bir pırıltı alır. Uçarken gösterdiği süzülüş, zariflik ve çeviklik, Kelaynakların insanlara verdiği romantik ve şairimsi zevklerdir. Kelaynaklar, böcekler, çekirgeler, karıncalar, salyangozlar, kertenkeleler ve diğer bilmediğimiz haşaratla beslenmeleriyle doğadaki dengeyi korumakta, bu yönüyle aynı zamanda çevre dostu kuştur.
18 Mayıs 2010 Salı
Beyaz, temiz bir çarşafta uyumak istiyorum…
Umudu yaşatan cümlelerle örtünmek istiyorum.
Gözlerinde çığlık çığlığa mutluluk fışkırtsın istiyorum sevdiklerim.Çağlayanlar gibi…
Dalıp gideyim seslerinde,yüzlerinde bulayım nefesimi.
Neredeyse, hangi geçtiğim yolda kalmışsa, geri dönmeye razıyım, yeniden yürümek pahasına…Yorgunluğumu unutmak pahasına…Mutluluğu onlar bulsun da…
Yorgunum,
Gitsem, gitsem, bitmeyecek masalım…
Gökten hiç düşmeyecek elmalarım…
Yorgunum,
Ben tükensem, bitmeyecek yollarım…
Korkuyorum...
Günahlarımla başa çıkamam..Yarın ne getirecek bilemem...
Ah Bir Çocuk Kalsam
AH BİR ÇOCUK KALSAM
Erhan GÜLERYÜZ
Biz hep çocuk kalmalıydık aslında.
Üç taş, üç cam olmalıydı hayat.
En büyük kavgamız gazoz kapağından çıkmalıydı
Ve en büyük acımız
Öğretmenimizin başka şehre tayini olmalıydı.
Biz hep çocuk kalmalıydık aslında.
Büyümeğe özenmeliydik büyümeden...
İnsan dediğin,
Yürükçe yorulan, yoruldukça ağlayan bir taş değil mi?
Çözmesi zor değil.
Sen ansın, yaşanan zaman...
Erhan GÜLERYÜZ
SEVGİ DUVARI
Sen miydin o yalnızlığım mıydı yoksa
Kör karanlıkta açardık paslı gözlerimizi
Yakanda bir amonyak çiçeği
Yalnızlığım benim sidikli kontesim
Ne kadar rezil olursak o kadar iyi
Kumkapı meyhanelerine dadandık
Önümüzde altınbaş altın zincir fasulye pilakisi
Aramızda görevliler ekipler hızır paşalar
Sabahları açıklarda bulurlardı leşimi
Öyle sıcaktı ki çöpçülerin elleri
Çöpçülerin elleriyle okşardın beni
Yalnızlığım benim süpürge saçlım
Ne kadar kötü kokarsak o kadar iyi
Baktım gökte bir kırmızı bir uçak
Bol çelik bol yıldız bol insan
Bir gece sevgi duvarını aştık
Düştüğüm yer öyle açık seçik ki
Başucumda bir sen varsın bir de evren
Saymıyorum ölüp ölüp dirilttiklerimi
Yalnızlığım benim çoğul türkülerim
Ne kadar yalansız yaşarsak o kadar iyi
Can YÜCEL
Sen miydin o yalnızlığım mıydı yoksa
Kör karanlıkta açardık paslı gözlerimizi
Salonlar piyasalar sanat sevicileri
Derdim günüm insan içine çıkarmaktı seniYakanda bir amonyak çiçeği
Yalnızlığım benim sidikli kontesim
Ne kadar rezil olursak o kadar iyi
Kumkapı meyhanelerine dadandık
Önümüzde altınbaş altın zincir fasulye pilakisi
Aramızda görevliler ekipler hızır paşalar
Sabahları açıklarda bulurlardı leşimi
Öyle sıcaktı ki çöpçülerin elleri
Çöpçülerin elleriyle okşardın beni
Yalnızlığım benim süpürge saçlım
Ne kadar kötü kokarsak o kadar iyi
Baktım gökte bir kırmızı bir uçak
Bol çelik bol yıldız bol insan
Bir gece sevgi duvarını aştık
Düştüğüm yer öyle açık seçik ki
Başucumda bir sen varsın bir de evren
Saymıyorum ölüp ölüp dirilttiklerimi
Yalnızlığım benim çoğul türkülerim
Ne kadar yalansız yaşarsak o kadar iyi
Can YÜCEL
17 Mayıs 2010 Pazartesi
BAĞLANMAYACAKSIN!
Öyle beylik laflar etmeye gerek yok ki.
Çok sevmeyeceksin mesela.
O daha az severse kırılırsın.
Ve zaten genellikle o daha az sever seni,
Senin o'nu sevdiğinden...
Çok sevmezsen, çok acımazsın.
Çok sahiplenmeyince, çok ait de olmazsın hem.
Senin değillermiş gibi davranacaksın.
Hem hiçbir şeyin olmazsa, kaybetmekten de korkmazsın.
Onlarsız da yaşayabilirmişsin gibi davranacaksın.
Çok eşyan olmayacak mesela evinde.
Paldır küldür yürüyebileceksin.
İlle de bir şeyleri sahipleneceksen,
Çatıların gökyüzüyle birleştiği yerleri sahipleneceksin.
Gökyüzünü sahipleneceksin,
Güneşi, ayı, yıldızları...
Mesela kuzey yıldızı, senin yıldızın olacak.
"O benim." diyeceksin.
Mutlaka sana ait olmasını istiyorsan bir Şeylerin...
Mesela gökkuşağı senin olacak.
İlle de bir şeye ait olacaksan, renklere ait olacaksın.
Mesela turuncuya ya da pembeye
Ya da cennete ait olacaksın.
Çok sahiplenmeden, Çok ait olmadan yaşayacaksın.
Hem her an avuçlarından kayıp gidecekmiş gibi,
Hem de hep senin kalacakmış gibi hayat.
İlişik yaşayacaksın. Ucundan tutarak...
Can YÜCEL
"O olmazsa yaşayamam." demeyeceksin.
Demeyeceksin işte.Yaşarsın çünkü. Öyle beylik laflar etmeye gerek yok ki.
Çok sevmeyeceksin mesela.
O daha az severse kırılırsın.
Ve zaten genellikle o daha az sever seni,
Senin o'nu sevdiğinden...
Çok sevmezsen, çok acımazsın.
Çok sahiplenmeyince, çok ait de olmazsın hem.
Çalıştığın binayı, masanı, telefonunu, kartvizitini...
Hatta elini ayağını bile çok sahiplenmeyeceksin. Senin değillermiş gibi davranacaksın.
Hem hiçbir şeyin olmazsa, kaybetmekten de korkmazsın.
Onlarsız da yaşayabilirmişsin gibi davranacaksın.
Çok eşyan olmayacak mesela evinde.
Paldır küldür yürüyebileceksin.
İlle de bir şeyleri sahipleneceksen,
Çatıların gökyüzüyle birleştiği yerleri sahipleneceksin.
Gökyüzünü sahipleneceksin,
Güneşi, ayı, yıldızları...
Mesela kuzey yıldızı, senin yıldızın olacak.
"O benim." diyeceksin.
Mutlaka sana ait olmasını istiyorsan bir Şeylerin...
Mesela gökkuşağı senin olacak.
İlle de bir şeye ait olacaksan, renklere ait olacaksın.
Mesela turuncuya ya da pembeye
Ya da cennete ait olacaksın.
Çok sahiplenmeden, Çok ait olmadan yaşayacaksın.
Hem her an avuçlarından kayıp gidecekmiş gibi,
Hem de hep senin kalacakmış gibi hayat.
İlişik yaşayacaksın. Ucundan tutarak...
Can YÜCEL
15 Mayıs 2010 Cumartesi
BU BİR YAŞAM TARZI
Vermezlerse küfretmeyi,
Bazen, elimde
Baly sıkılmış bir naylon torba
Baly çekmeyi
Şehrin en işlek caddesinde şarap içmeyi
Kirli ve pis yırtık elbiseler
Giymeyi seviyorum
Yazları yaşıyorum!
Bir hayat sürüyorum!
Kış geldi mi bir mekruh bina
Sessizlik okyanusuna gömülmüş
Çile dergahında ne günler görmüş
Çile dergahında çile çekmek bizim işimiz.
Sessiz sedasız mekruh binada
Bir bakmışsın ölmüş.
Ziya BEKAR
Bana adres sorma bende adres çok!..
Yazlık mı istersin kışlık mı ?
Yazlıklarım saymakla bitmez,
O güzel semtlerde kurulmuş parklar,
Ve rüzgarın etkisiyle en güzel şarkıları söyleyip,Yaprakları saz çalan ağaçlar.
Bana adres sorma!..Bir köprü ayağı altı,
Yatak yorganda istemez,
Bu bir yaşam tarzı.
Pejmürde bir hayat yaşıyorum,
Kimsenin istemediği bir dervişim ben!...
Çöpe atılmış yataklar benim yatağım,
Çöpe atılmış yorganlar benim yorganım,
Ben otoyol kenarında trafik yoğunluğunda
Elinde bir şişe şarap
Lüks otolardan para dilenmeyi Vermezlerse küfretmeyi,
Bazen, elimde
Baly sıkılmış bir naylon torba
Baly çekmeyi
Şehrin en işlek caddesinde şarap içmeyi
Kirli ve pis yırtık elbiseler
Giymeyi seviyorum
Yazları yaşıyorum!
Bir hayat sürüyorum!
Kış geldi mi bir mekruh bina
Sessizlik okyanusuna gömülmüş
Çile dergahında ne günler görmüş
Çile dergahında çile çekmek bizim işimiz.
Sessiz sedasız mekruh binada
Bir bakmışsın ölmüş.
Ziya BEKAR
11 Mayıs 2010 Salı
Kaydol:
Yorumlar (Atom)













